Heyhat! Yaşım kırkı geçti. Fizikî yapıda deformasyon başladı, haz alma ve hayata karşı hırslı olma azaldı. Beklenti çıtası kademeli olarak düştü. Nerede tıp diplomasını almak için sabreden, evlilik tarihi için heyecanlanan, kızının doğumunda baba olduğunu duymak için ameliyathanenin kapısında dokuz doğuran yirmili yaşlarım? Mefkureleri olan, gayeler koyan, kaideleri zorlayan bana ne oldu?
İnanır mısınız? Leb-i derya villası olana, lüks aracında seyahat edene, şan-şöhret-makam sahibine… özenti içinde değilim. Çünkü kâfi seviyede konuta, otomobile, makama… sahip olabildim. Aslında yıllardır bildiğim “…ihtiyarlık gelip çatmadan önce gençliğin, hastalıktan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş zamanın… değerini bilme ve hakkını verme” düsturunun kıymetine yeni vakıf oldum. Yolda koşarken diz sorunu yaşamayan, akciğerleri kusursuz olduğu için teneffüste zorlanmayan, kendini yetiştirmek için fazlaca boş vakti bulunan… gençlere özeniyorum. Maalesef tüm bunlar “alınır satılır değil!”.
Geriye “… yoksul düşmeden önce varlıklı olmanın, vefat gelmeden önce hayatın değerini bilme ve hakkını verme” kaldı. Varken vermeyi, yaşarken mutlak gerçeğe hazırlanmayı başarabilene aşk olsun, zira onlar da “alınır satılır değil”.
Elbette, önümüzde bize rol model olabilecek hoş beşerler var. Kâfi ki “kıymet bilme ve hakkını verme” konusunda düşünelim ve örnekler üzerinden harekete geçelim.
Bu yararlı oldu mu??
0 / 0